Bu yazımda 2006 İsrail-Lübnan Krizi’ne yol açan nedenleri, krizin adım adım nasıl savaşa doğru ilerlediğini, savaşın görülmeyen nedenlerini ve de sonuçlarını incelemeye çalışacağım. 2006 İsrail-Lübnan Krizi; Lübnan’da bulunan Hizbullah Örgütü’nün 12 Temmuz 2006 tarihinde 8 İsrail askerini öldürmesiyle ve 2 İsrail askerini de kaçırmasıyla başlamıştır. Ayrıca Hizbullah militanları Katyuşya Füzeleri ile İsrail topraklarını vurmasını İsrail bir savaş sebebi saymış ve 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan kriz koşar adımlarla savaşa doğru yol almıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan topraklarına havadan ve karadan operasyonlar düzenlemeye başlamıştır.
İsrail, askerlerinin kaçırılmasından Lübnan’ı sorumlu tuttu ve İsrail askerlerinin geri verilmesini istedi. Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert Hizbullah’ın İsrail’e düzenlediği saldırı için ‘savaş nedeni’ dedi. Olmert bu saldırının bir terörist saldırısı değil, bunun egemen bir devletin saldırısı olduğunu kabul ettiğini ve sonuçlarının ağır olacağını sözlerine ekledi. Bunun üzerine Lübnan Hükümeti bu suçlamaları reddetmiş ancak Hizbullah Kuzey İsrail topraklarına yapmış olduğu roketatar saldırılarını şiddetlendirmiştir. İsrail Ordusu ise Hizbullah militanlarının iç bölgelere kaçmasını engellemek için Güney Lübnan topraklarındaki köprü ve kaçış yollarını vurmuştur, Lübnan’ı denizden abluka altına almıştır. Bir ay süren çatışmanın ardından 14 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çatışmalara son verilmesi, Güney Lübnan’a Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak İsrail’in bölgeden çekilmesi, Lübnan’ın Lübnan Hükümeti tarafından tamamen kontrol edilmesi, Litani Nehri’nin güneyinde Hizbullah dahil paramiliter nitelikte hiçbir gücün bulunmamasına yönelik aldığı 1071 sayılı kararıyla taraflar saldırılarını durdurmuş, bunun üzerine de İsrail Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldıracağına garanti vermiştir. 7 Eylül 2006 tarihine gelindiğinde ise Güney Lübnan topraklarında bulunan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin bölgeye konuşlandırılmasına eş zamanlı olarak bölgeyi terk etmiştir. Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Kuvveti (UNIFIL) Harekatına 30 ülkeden yaklaşık 13.500 personel katılmıştır.
Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ‘Dünya’daki hiçbir ordu Hizbullah’ı silahsızlandırmayı başaramazdı’ demiş ve de İsrail’in hedefine tam manasıyla ulaşamadığına işaret etmiştir. Ayrıca dönemin İsrail Başbakanı Olmert, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkese ilişkin 1071 sayılı kararının iyi alınmış bir karar olarak değerlendirmiş ve alınan bu karardan sonra Hizbullah’ın artık Lübnan’da devlet içinde devletmiş gibi hareket edemeyeceğini belirtmiştir. Bir ayı aşan bir süre çatışma devam etmiş ancak İsrail, ‘Hizbullah’ı silahsızlandırma’ amacına ulaşamamıştır.
2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı genel olarak inceledikten sonra savaşa yol açan nedenleri, savaş devam ederken gelişen olayları, savaşın sonuçlarını ve dünyanın savaşa bakış açısını incelemekte yarar görmekteyim.
1) Savaşın nedenleri
Savaşın arkasındaki nedenleri geniş bir yelpazede incelemek gerekirse, savaşın nedenlerini savaşı başlatan neden, dış aktörlerin etkisi, siyasi nedenler ve tehdit sorunu olmak üzere 4 başlık altında incelemeyi uygun bulmaktayım.
a) Savaşı Başlatan Neden
İsrail ile Lübnan arasındaki savaş Hizbullah’ın saldırısıyla başlamış olsa da savaşa giden yolun kapısı aylar öncesinden aralanmıştır. İsrail’in 9 Eylül 2006 tarihinde Gazze Şeridi’ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden 8 kişiyi öldürmesi, Filistin’de iktidarda olan Hamas’ın İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Böylece Ortadoğu’da gerilim artmış ve Arap-İsrail çatışması tekrardan gün yüzüne çıkmıştır. 12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah, 8 İsrail askerini öldürmüş 2 İsrail askerini de kaçırmıştır. İsrail ise Hizbullah’ın bu hareketini savaş nedeni saymıştır. İsrail bu saldırıya terör saldırısı olarak değil egemen bir devletin saldırısı olarak bakmış ve Beyrut Hükümeti’ni suçlamıştır. İsrail Lübnan’dan, kaçırılan 2 askerin derhal geri verilmesini talep etmiştir. Ancak Beyrut Hükümeti suçlamaları kabul etmemiştir. Dönemin Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ‘İsrail askerleri güvendeler. Askerlerin İsrail’e teslimi sadece hapishanedeki esirlerin serbest bırakılmasıyla mümkün olacaktır.’ açıklamasında bulunmuştur.
b) Dış Aktörlerin Etkisi Hizbullah’ın son saldırısı, geniş çaplı hedeflere yönelik ve sivil hedefler ile toplumun köprüler, yollar gibi sivil altyapısını büyük ölçüde tahrip eden büyük çaplı bir askeri müdahaleyi gerektirecek derecede bir tehdit değildi. Hizbullah’ın yapmış olduğu bu son eylem karşısında İsrail’in topyekün savaşa girmesi gerekli miydi bilinmez ama dünyada bu tip eylemlere hedef olan ülkeler eğer saldırıyı gerçekleştiren örgütün var olduğu topraklara savaş açmış olsaydı galiba 3.Dünya Savaşı çoktan başlamış ve bitmiş olurdu. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un St. Petersburg’daki G-8 Zirvesi’nde yaptığı yorumda, Hamas ve Hizbullah’a sağladıkları yardım nedeniyle İsrail karşıtı hadiselerin gerçek sorumluluğunun Suriye’ye ve İran’a ait olduğunu vurgulamıştır. İşte bu noktada ABD faktörü boy göstermektedir. Kanımca ABD, savaşı genişletmesi konusunda İsrail’e yol göstermektedir. ABD, geçmişten günümüze Ortadoğu’ya hakim olmaya çalışmış ve bu anlamda bir çok Ortadoğu ülkesi üzerinde kendi politikalarını uygulamıştır. Bu yüzdendir ki ABD, İsrail’in bölgedeki savaş politikalarına destek vermektedir.
ABD’nin savaş alanını genişletme çabasının ve savaşın içerisine İran’ı da çekmek istemesinin altında yatan neden Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun bir şekilde yeniden şekillendirmek istemesi yatmaktadır. ABD’nin geçmişten günümüze asıl hedefi İran’dır. Belki de İsrail, Lübnan topraklarında başarı sağlayabilseydi bir sonraki hedef Lübnan’a destek verdiği veya başka sebeplerden ötürü İran olacaktı. Asker kökenli olmağı için hem kendisini hem de yeni hükümetin politikasını ispat etmeye çalışan dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Haaretz gazetesindeki bir karikatürde Arik’i ziyaret ediyor ve gülümseyerek kulağına fısıldıyor ‘Artık yeni bir Ortadoğu’muz var.’ ABD ve İsrail çeşitli sebepler öne sürerek uzun senelerden beri Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun hale getirmeye, şekillendirmeye çalışmaktadır. İsrail-Lübnan Savaşı, ABD’nin Ortadoğu politikasında bir basamak gibi görülmektedir. Ayrıca ABD, Ortadoğu’daki her savaşı ve her çatışma ortamını kendi çıkarları için birer fırsat olarak görmektedir, bunun içindir ki her savaştan ve her çatışma ortamından kendisine rant sağlayacak politikalarla duruma müdahale etmek istemektedir.
c) Siyasi Nedenler ABD ve İsrail, Ortadoğu’da kendilerine yakın görüşlü yönetimleri iş başına getirmek istemektedir ve bu amacı gerçekleştirmek için yoğun çaba harcamaktadır. ABD ve İsrail, bölgeyi ‘demokratikleştirme’ edasıyla sözde demokratik yönetimleri –ki bu yönetimler ABD’ye ve İsrail’e yakın yönetimler- iş başına getirmeye çalışmaktadır. Irak’tan sonra yeni hedef Lübnan’dı, belki de Lübnan’dan sonra sırada İran yer alacaktı. İsrail yönetimi, özellikle ordudaki komutanlar hiçbir zaman Hizbullah’ın istemiyle Güney Lübnan’dan çıkarılmayı kabullenmediler, siyasetçiler ise ‘terörist’ bir yönetimin seçilmesinden Filistin halkını sorumlu tutuyor görünüyorlar ve bu nedenle cezalandırmayı hak ettiklerini düşünüyorlar. 14 Şubat 2005 tarihinde Hariri’ye yapılan suikasta karşılık Suriye karşıtı Lübnanlılar’ın, Hizbullah’ı etkin bir şekilde silahsızlandıracak ve bu şekilde İsrail’in güvenliğini arttıracak daha güçlü bir Lübnan yönetimini işbaşına getirecekleri umuluyordu. Bu gerçekleşmeyip aksine Hizbullah daha etkili silahlara sahip olmanın yanında Lübnan kabinesinde de yer alınca, İsrail’in yumuşaklık seçeneğinin başarısız olduğu aşikar hale geldi. İsrail’de yumuşaklık yanlısı politikanın en önemli destekçilerinden olan Shlomo Avneri gibi kişiler İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırıların gerçek amacının Beyrut’ta işbirlikçi bir hükümet kurmak olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır. Lübnan’daki hükümet değişikliği İsrail’in beklediğinin aksine tamamiyle İsrail karşıtı bir şekilde gerçekleşti. Böylece İsrail izlediği yumuşak politikayı -gerçi ne kadar yumuşak bir politika olduğu tartışılır- bırakmış ve önüne gelen ilk fırsatta topyekün savaş ilan etmiştir. Bu noktada ABD’nin taşvikini de göz ardı etmemek gerekir.
Ayrıca ABD, İran Hükümeti’ni başlı başına kendisine bir tehdit olarak görmektedir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD’nin Ortadoğu politikalarına tamamiyle zıt politikalar izlemektedir. 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı ABD’nin Ortadoğu politikaları için bir basamak olarak düşünürsek ABD ve İsrail’in Lübnan’dan sonraki hedefi ‘demokratikleştirmek’ amacı altında İran Hükümeti olabilirdi. Yani; İsrail’in Lübnan’a savaş açması ABD’nin algıladığı İran tehdidine yönelik geçiş aşaması, bir basamak, gibi gözükmektedir.
d) Tehdit Sorunu
Eğer ki İsrail-Lübnan Savaşı’nın ardında yatan asıl hedef İran ise ve İsrail’in arkasında duran teşvik edici güç ABD ise, burada ABD’nin ve İsrail’in tehdit algısına dikkat çekmek gerekmektedir. ABD, yıllardır İran’dan gelebilecek olası bir füze saldırısına veya olası bir nükleer saldırıya karşı birtakım önlemler almaya çalışmıştır. Bu önlemlerin başında ise son yıllarda gündemde olan Füze Kalkanı Projesi gelmektedir. ABD, Füze Kalkanı Projesi’nde açıkça İran’ı bir tehdit olarak gördüğünü vurgulamıştır. İsrail’in Hizbullah operasyonu ve Güney Lübnan’ı işgali muhtemel bir İran müdahalesi öncesi örtülü bir temizlik operasyonu olarak algılanabilir. ABD ve İsrail’in düzenleyebileceği muhtemel bir operasyona İran, Güney Lübnan'da Hizbullah üzerinden karşılık verebilirdi. Güney Lübnan’ın işgalinin yalnızca kaçırılan askerleri kurtarmak için olmadığı aşikârdır.
ABD, geçmişten günümüze İran başta olmak üzere bazı Ortadoğu ülkelerini kendi çıkarlarına ters düştükleri için kendisine tehdit olarak görmüş ve bu bağlamda Ortadoğu devletleri üzerinde politikalar geliştirmiştir. Bu politikaların amaçlarının başında İran üzerinde hakimiyet kurmak gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında da ABD’nin neden İsrail’in saldırgan ve yayılmacı politikalarına destek verdiği açıkça görülmektedir. 2) Savaş Devam Ederken Savaş devam ederken hem uluslararası çevrede hem İsrail cephesinde hem de Lübnan yani Hizbullah cephesinde gelişmeler yaşanmıştır. a)Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Çağrı İsrail, Hizbullah tarafından kaçırılan 2 askerini kurtarmak için Lübnan’a karşı operasyon yapmaya karar vermiş sorumlusunu da Lübnan olarak göstermiştir ve Lübnan ile aralarında savaş başlamıştır. İsrail, kaçırılan 2 askerinin iadesi için Lübnan topraklarını ister karadan olsun isterse havadan olsun bombalamıştır. Bunun üzerine Lübnan Hükümeti, ateşkes çağrısı yapması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başvurmuştur. Dönemin Lübnan Enformasyon Bakanı Gazi Aridi, kabinenin olağanüstü yaptığı toplantıdan sonra yaptığı açıklamada ‘Hükümetimiz ateşkes ilan edilmesi ve ablukanın kaldırılması için Güvenlik konseyinin kapsamlı adım atmasını istemektedir.’ demiştir. Lübnan’ın çağrısı üzerine toplanma kararı alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkesin sağlanması için olumlu adımlar atması bekleniyordu ve bu bağlamda konsey bir takım girişimlerde bulunmuştur. Ancak ABD, İsrail’in saldırılarını kendini savunmak için gerçekleştirdiğini belirtmiştir.
Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD’nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir. Kanımca ABD, İsrail’in kendini savunduğunu belirterek savaşın haklı ve mağdur tarafının İsrail olduğunu ifade etmiştir.
b)Roma’da Bir Konferans
İsrail’in Lübnan’a saldırısının ardından bölgede tansiyon yükselmiş ve bu nedenle Roma’da bir konferans düzenlenmiştir. Hizbullah’ın silahsızlandırılması, bölgede ateşkesin sağlanması, uluslararası barış gücünün bölgeye konuşlandırılması ve insani yardım yapılması konferansın ana konularını oluşturmuştur. Ancak konferansta ateşkes çağrısı yapılmamış sadece acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulmuştur. Dönemin İsrail Adalet Bakanı Haim Ramon İsrail Ordu Radyosu’na yaptığı açıklamada ‘Roma’da, Hizbullah yok oluncaya ve silahsızlandırılana dek operasyonlarımızı sürdürme izni aldık. Herkes biliyor ki Hizbullah’ın kazanması küresel terörün zaferi olur.’ demiştir. Ayrıca Ramon, Güney Lübnan’daki köylerin ‘Hizbullah üyelerinin saklandığı yerler’ olduğunu savunarak, ‘Şu anda Güney Lübnan’daki herkes teröristtir ya da Hizbullah ile bağlantılıdır’ demiştir. Bunun yanı sıra İsrail Güvenlik Kabinesi, kara harekatının genişletilmesi yerine hava saldırılarının genişletilmesi konusunda karar aldı. Ayrıca dönemin İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz ‘Bu bir savaş ve kazanmamız gerekir. İsrail’i savunmak ve savaşı tamamlamak için tüm gücümüzü sarf edeceğiz’ demiştir. İsrail, Roma’da düzenlenen konferanstan ‘onay’ aldığını belirterek Lübnan’ı bombalamaya ve Lübnan’a yönelik operasyonlarına devam etmiştir. Roma’da toplanan bu konferansta ateşkes çağrısında bulunulması yerine acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulması komuoyunda konferansın savaşa ‘onay verdiği’ yönünde bir izlenim yaratmıştır.
3)Savaşın Sonlanması ve Sonuçları
4 Ağustos 2006 tarihinde ABD ve Fransa ortak bir ateşkes önerisi hazırlamış ve bu öneriyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunmuşlardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iletilen ateşkes önerisinde çatışmanın durması gerektiği savunulmuştur ancak Lübnan topraklarından İsrail askerlerinin çekilmesi ateşkes önerisinde yer almadığından dolayı bu ateşkes önerisi Lübnan Hükümeti tarafından kabul edilmemiştir. Ateşkes önerisinin Lübnan tarafından reddi üzerine görüşmelere devam edilmiş ve Sinyora Planı da göz önünde bulundurularak yapılan yeni ateşkes tasarısı kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde verdiği 1071 sayılı karar ile taraflar ‘şiddet eylemlerini’ durdurmaya çağrılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 sayılı karara bağlı olarak 14 Ağustos 2006 tarihinde ateşkes yürürlüğe girmiştir.
Ateşkes kararından sonra hem İsrail hem de Lübnan yani Hizbullah saldırılarını sonlandırmıştır.
a)Savaş Sonrası İsrail
Ateşkes kararından sonra İsrail saldırılarını sonlandırmıştır ancak uluslararası bir güç bölgeye konuşlandırılıncaya kadar askerlerini bölgeden çekmeyeceğini belirtmiştir. İsrail, Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldırmıştır. 19 Ağustos 2006 günü İsrail, Bekaa Vadisi’nin doğusundaki bir köye saldırı düzenlemiştir. Beyrut Hükümeti saldırıya büyük tepki göstermiştir ve İsrail’i ateşkesi bozmakla suçlamıştır. İsrail suçlamayı reddetmiş ve saldırının nedenini Suriye ve İran’ın Hizbullah’a silah yardımını engellemek için yapıldığını belirtmiştir. İsrail’in savaş sırasındaki kayıpları; 118 asker ve 42 sivil hayatını kaybetti, 4119 sivil ve 40 asker yaralandı, 330.000 İsrailli evlerini terk edip başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı, 5 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, F16 savaş uçağı ve 4 tane Apachi savaş helikopteri düşürüldü, savaş gemisi batırıldı.
Savaş sonrası başarısızlıkla suçlanan dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ve ondan kısa bir süre sonra da dönemin İsrail Savaş Bakanı Amir Peretz istifa etmiştir.
b)Savaş Sonrası Hizbullah/Lübnan
Ateşkes kararından sonra Lübnan da saldırılarını kesmiştir. Lübnan Hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 karar gereğince ülkenin güneyine askerlerini sevk etmiştir ancak ordusunun Hizbullah’ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını da belirtmiştir. Lübnan’ın savaş sırasındaki kayıplar; 35 Lübnan askeri, 61 Hizbullah üyesi ve 1040 sivil hayatını kaybetti, 3600 kişi yaralandı, 6 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, 1 Milyon Lübnanlı evlerini terk edip başka şehirlere gitmek zorunda kaldı.
İsrail’in orantısız güç kullanması ve sivilleri hedef alması sonucunda; Hizbullah, bölge halkı açısından ülkeyi İsrail’e karşı savunacak olan bir ‘Lübnan Ordusu’ olarak algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla Hizbullah’a yönelik tepkilerin artacağı ve Lübnan’da bir bölünme yaşanacağı hevesiyle başlatılan Lübnan Savaşı, aksine Hizbullah’ın ülkedeki meşruluğunun sağlamlaştırılmasına yardımcı olmuştur.
Hizbullah, savaştan meşruluğunu sağlamlaştırarak çıkmıştır ve savaş sonunda bölge halkına karşı güvenirliliğini arttırmıştır. Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve varlığını yitirmesi amacıyla İsrail tarafından başlatılan operasyonlar sonuçsuz kalmış, Hizbullah savaştan meşruluğunu kazanarak çıkmıştır.
İsrail, askerlerinin kaçırılmasından Lübnan’ı sorumlu tuttu ve İsrail askerlerinin geri verilmesini istedi. Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert Hizbullah’ın İsrail’e düzenlediği saldırı için ‘savaş nedeni’ dedi. Olmert bu saldırının bir terörist saldırısı değil, bunun egemen bir devletin saldırısı olduğunu kabul ettiğini ve sonuçlarının ağır olacağını sözlerine ekledi. Bunun üzerine Lübnan Hükümeti bu suçlamaları reddetmiş ancak Hizbullah Kuzey İsrail topraklarına yapmış olduğu roketatar saldırılarını şiddetlendirmiştir. İsrail Ordusu ise Hizbullah militanlarının iç bölgelere kaçmasını engellemek için Güney Lübnan topraklarındaki köprü ve kaçış yollarını vurmuştur, Lübnan’ı denizden abluka altına almıştır. Bir ay süren çatışmanın ardından 14 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin çatışmalara son verilmesi, Güney Lübnan’a Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak İsrail’in bölgeden çekilmesi, Lübnan’ın Lübnan Hükümeti tarafından tamamen kontrol edilmesi, Litani Nehri’nin güneyinde Hizbullah dahil paramiliter nitelikte hiçbir gücün bulunmamasına yönelik aldığı 1071 sayılı kararıyla taraflar saldırılarını durdurmuş, bunun üzerine de İsrail Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldıracağına garanti vermiştir. 7 Eylül 2006 tarihine gelindiğinde ise Güney Lübnan topraklarında bulunan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin bölgeye konuşlandırılmasına eş zamanlı olarak bölgeyi terk etmiştir. Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Kuvveti (UNIFIL) Harekatına 30 ülkeden yaklaşık 13.500 personel katılmıştır.
Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ‘Dünya’daki hiçbir ordu Hizbullah’ı silahsızlandırmayı başaramazdı’ demiş ve de İsrail’in hedefine tam manasıyla ulaşamadığına işaret etmiştir. Ayrıca dönemin İsrail Başbakanı Olmert, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkese ilişkin 1071 sayılı kararının iyi alınmış bir karar olarak değerlendirmiş ve alınan bu karardan sonra Hizbullah’ın artık Lübnan’da devlet içinde devletmiş gibi hareket edemeyeceğini belirtmiştir. Bir ayı aşan bir süre çatışma devam etmiş ancak İsrail, ‘Hizbullah’ı silahsızlandırma’ amacına ulaşamamıştır.
2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı genel olarak inceledikten sonra savaşa yol açan nedenleri, savaş devam ederken gelişen olayları, savaşın sonuçlarını ve dünyanın savaşa bakış açısını incelemekte yarar görmekteyim.
1) Savaşın nedenleri
Savaşın arkasındaki nedenleri geniş bir yelpazede incelemek gerekirse, savaşın nedenlerini savaşı başlatan neden, dış aktörlerin etkisi, siyasi nedenler ve tehdit sorunu olmak üzere 4 başlık altında incelemeyi uygun bulmaktayım.
a) Savaşı Başlatan Neden
İsrail ile Lübnan arasındaki savaş Hizbullah’ın saldırısıyla başlamış olsa da savaşa giden yolun kapısı aylar öncesinden aralanmıştır. İsrail’in 9 Eylül 2006 tarihinde Gazze Şeridi’ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden 8 kişiyi öldürmesi, Filistin’de iktidarda olan Hamas’ın İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Böylece Ortadoğu’da gerilim artmış ve Arap-İsrail çatışması tekrardan gün yüzüne çıkmıştır. 12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah, 8 İsrail askerini öldürmüş 2 İsrail askerini de kaçırmıştır. İsrail ise Hizbullah’ın bu hareketini savaş nedeni saymıştır. İsrail bu saldırıya terör saldırısı olarak değil egemen bir devletin saldırısı olarak bakmış ve Beyrut Hükümeti’ni suçlamıştır. İsrail Lübnan’dan, kaçırılan 2 askerin derhal geri verilmesini talep etmiştir. Ancak Beyrut Hükümeti suçlamaları kabul etmemiştir. Dönemin Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah ‘İsrail askerleri güvendeler. Askerlerin İsrail’e teslimi sadece hapishanedeki esirlerin serbest bırakılmasıyla mümkün olacaktır.’ açıklamasında bulunmuştur.
b) Dış Aktörlerin Etkisi Hizbullah’ın son saldırısı, geniş çaplı hedeflere yönelik ve sivil hedefler ile toplumun köprüler, yollar gibi sivil altyapısını büyük ölçüde tahrip eden büyük çaplı bir askeri müdahaleyi gerektirecek derecede bir tehdit değildi. Hizbullah’ın yapmış olduğu bu son eylem karşısında İsrail’in topyekün savaşa girmesi gerekli miydi bilinmez ama dünyada bu tip eylemlere hedef olan ülkeler eğer saldırıyı gerçekleştiren örgütün var olduğu topraklara savaş açmış olsaydı galiba 3.Dünya Savaşı çoktan başlamış ve bitmiş olurdu. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un St. Petersburg’daki G-8 Zirvesi’nde yaptığı yorumda, Hamas ve Hizbullah’a sağladıkları yardım nedeniyle İsrail karşıtı hadiselerin gerçek sorumluluğunun Suriye’ye ve İran’a ait olduğunu vurgulamıştır. İşte bu noktada ABD faktörü boy göstermektedir. Kanımca ABD, savaşı genişletmesi konusunda İsrail’e yol göstermektedir. ABD, geçmişten günümüze Ortadoğu’ya hakim olmaya çalışmış ve bu anlamda bir çok Ortadoğu ülkesi üzerinde kendi politikalarını uygulamıştır. Bu yüzdendir ki ABD, İsrail’in bölgedeki savaş politikalarına destek vermektedir.
ABD’nin savaş alanını genişletme çabasının ve savaşın içerisine İran’ı da çekmek istemesinin altında yatan neden Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun bir şekilde yeniden şekillendirmek istemesi yatmaktadır. ABD’nin geçmişten günümüze asıl hedefi İran’dır. Belki de İsrail, Lübnan topraklarında başarı sağlayabilseydi bir sonraki hedef Lübnan’a destek verdiği veya başka sebeplerden ötürü İran olacaktı. Asker kökenli olmağı için hem kendisini hem de yeni hükümetin politikasını ispat etmeye çalışan dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Haaretz gazetesindeki bir karikatürde Arik’i ziyaret ediyor ve gülümseyerek kulağına fısıldıyor ‘Artık yeni bir Ortadoğu’muz var.’ ABD ve İsrail çeşitli sebepler öne sürerek uzun senelerden beri Ortadoğu’yu kendi politikalarına uygun hale getirmeye, şekillendirmeye çalışmaktadır. İsrail-Lübnan Savaşı, ABD’nin Ortadoğu politikasında bir basamak gibi görülmektedir. Ayrıca ABD, Ortadoğu’daki her savaşı ve her çatışma ortamını kendi çıkarları için birer fırsat olarak görmektedir, bunun içindir ki her savaştan ve her çatışma ortamından kendisine rant sağlayacak politikalarla duruma müdahale etmek istemektedir.
c) Siyasi Nedenler ABD ve İsrail, Ortadoğu’da kendilerine yakın görüşlü yönetimleri iş başına getirmek istemektedir ve bu amacı gerçekleştirmek için yoğun çaba harcamaktadır. ABD ve İsrail, bölgeyi ‘demokratikleştirme’ edasıyla sözde demokratik yönetimleri –ki bu yönetimler ABD’ye ve İsrail’e yakın yönetimler- iş başına getirmeye çalışmaktadır. Irak’tan sonra yeni hedef Lübnan’dı, belki de Lübnan’dan sonra sırada İran yer alacaktı. İsrail yönetimi, özellikle ordudaki komutanlar hiçbir zaman Hizbullah’ın istemiyle Güney Lübnan’dan çıkarılmayı kabullenmediler, siyasetçiler ise ‘terörist’ bir yönetimin seçilmesinden Filistin halkını sorumlu tutuyor görünüyorlar ve bu nedenle cezalandırmayı hak ettiklerini düşünüyorlar. 14 Şubat 2005 tarihinde Hariri’ye yapılan suikasta karşılık Suriye karşıtı Lübnanlılar’ın, Hizbullah’ı etkin bir şekilde silahsızlandıracak ve bu şekilde İsrail’in güvenliğini arttıracak daha güçlü bir Lübnan yönetimini işbaşına getirecekleri umuluyordu. Bu gerçekleşmeyip aksine Hizbullah daha etkili silahlara sahip olmanın yanında Lübnan kabinesinde de yer alınca, İsrail’in yumuşaklık seçeneğinin başarısız olduğu aşikar hale geldi. İsrail’de yumuşaklık yanlısı politikanın en önemli destekçilerinden olan Shlomo Avneri gibi kişiler İsrail’in Lübnan’a yaptığı saldırıların gerçek amacının Beyrut’ta işbirlikçi bir hükümet kurmak olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır. Lübnan’daki hükümet değişikliği İsrail’in beklediğinin aksine tamamiyle İsrail karşıtı bir şekilde gerçekleşti. Böylece İsrail izlediği yumuşak politikayı -gerçi ne kadar yumuşak bir politika olduğu tartışılır- bırakmış ve önüne gelen ilk fırsatta topyekün savaş ilan etmiştir. Bu noktada ABD’nin taşvikini de göz ardı etmemek gerekir.
Ayrıca ABD, İran Hükümeti’ni başlı başına kendisine bir tehdit olarak görmektedir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD’nin Ortadoğu politikalarına tamamiyle zıt politikalar izlemektedir. 2006 İsrail-Lübnan Savaşı’nı ABD’nin Ortadoğu politikaları için bir basamak olarak düşünürsek ABD ve İsrail’in Lübnan’dan sonraki hedefi ‘demokratikleştirmek’ amacı altında İran Hükümeti olabilirdi. Yani; İsrail’in Lübnan’a savaş açması ABD’nin algıladığı İran tehdidine yönelik geçiş aşaması, bir basamak, gibi gözükmektedir.
d) Tehdit Sorunu
Eğer ki İsrail-Lübnan Savaşı’nın ardında yatan asıl hedef İran ise ve İsrail’in arkasında duran teşvik edici güç ABD ise, burada ABD’nin ve İsrail’in tehdit algısına dikkat çekmek gerekmektedir. ABD, yıllardır İran’dan gelebilecek olası bir füze saldırısına veya olası bir nükleer saldırıya karşı birtakım önlemler almaya çalışmıştır. Bu önlemlerin başında ise son yıllarda gündemde olan Füze Kalkanı Projesi gelmektedir. ABD, Füze Kalkanı Projesi’nde açıkça İran’ı bir tehdit olarak gördüğünü vurgulamıştır. İsrail’in Hizbullah operasyonu ve Güney Lübnan’ı işgali muhtemel bir İran müdahalesi öncesi örtülü bir temizlik operasyonu olarak algılanabilir. ABD ve İsrail’in düzenleyebileceği muhtemel bir operasyona İran, Güney Lübnan'da Hizbullah üzerinden karşılık verebilirdi. Güney Lübnan’ın işgalinin yalnızca kaçırılan askerleri kurtarmak için olmadığı aşikârdır.
ABD, geçmişten günümüze İran başta olmak üzere bazı Ortadoğu ülkelerini kendi çıkarlarına ters düştükleri için kendisine tehdit olarak görmüş ve bu bağlamda Ortadoğu devletleri üzerinde politikalar geliştirmiştir. Bu politikaların amaçlarının başında İran üzerinde hakimiyet kurmak gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında da ABD’nin neden İsrail’in saldırgan ve yayılmacı politikalarına destek verdiği açıkça görülmektedir. 2) Savaş Devam Ederken Savaş devam ederken hem uluslararası çevrede hem İsrail cephesinde hem de Lübnan yani Hizbullah cephesinde gelişmeler yaşanmıştır. a)Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Çağrı İsrail, Hizbullah tarafından kaçırılan 2 askerini kurtarmak için Lübnan’a karşı operasyon yapmaya karar vermiş sorumlusunu da Lübnan olarak göstermiştir ve Lübnan ile aralarında savaş başlamıştır. İsrail, kaçırılan 2 askerinin iadesi için Lübnan topraklarını ister karadan olsun isterse havadan olsun bombalamıştır. Bunun üzerine Lübnan Hükümeti, ateşkes çağrısı yapması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine başvurmuştur. Dönemin Lübnan Enformasyon Bakanı Gazi Aridi, kabinenin olağanüstü yaptığı toplantıdan sonra yaptığı açıklamada ‘Hükümetimiz ateşkes ilan edilmesi ve ablukanın kaldırılması için Güvenlik konseyinin kapsamlı adım atmasını istemektedir.’ demiştir. Lübnan’ın çağrısı üzerine toplanma kararı alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkesin sağlanması için olumlu adımlar atması bekleniyordu ve bu bağlamda konsey bir takım girişimlerde bulunmuştur. Ancak ABD, İsrail’in saldırılarını kendini savunmak için gerçekleştirdiğini belirtmiştir.
Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD’nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir. Kanımca ABD, İsrail’in kendini savunduğunu belirterek savaşın haklı ve mağdur tarafının İsrail olduğunu ifade etmiştir.
b)Roma’da Bir Konferans
İsrail’in Lübnan’a saldırısının ardından bölgede tansiyon yükselmiş ve bu nedenle Roma’da bir konferans düzenlenmiştir. Hizbullah’ın silahsızlandırılması, bölgede ateşkesin sağlanması, uluslararası barış gücünün bölgeye konuşlandırılması ve insani yardım yapılması konferansın ana konularını oluşturmuştur. Ancak konferansta ateşkes çağrısı yapılmamış sadece acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulmuştur. Dönemin İsrail Adalet Bakanı Haim Ramon İsrail Ordu Radyosu’na yaptığı açıklamada ‘Roma’da, Hizbullah yok oluncaya ve silahsızlandırılana dek operasyonlarımızı sürdürme izni aldık. Herkes biliyor ki Hizbullah’ın kazanması küresel terörün zaferi olur.’ demiştir. Ayrıca Ramon, Güney Lübnan’daki köylerin ‘Hizbullah üyelerinin saklandığı yerler’ olduğunu savunarak, ‘Şu anda Güney Lübnan’daki herkes teröristtir ya da Hizbullah ile bağlantılıdır’ demiştir. Bunun yanı sıra İsrail Güvenlik Kabinesi, kara harekatının genişletilmesi yerine hava saldırılarının genişletilmesi konusunda karar aldı. Ayrıca dönemin İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz ‘Bu bir savaş ve kazanmamız gerekir. İsrail’i savunmak ve savaşı tamamlamak için tüm gücümüzü sarf edeceğiz’ demiştir. İsrail, Roma’da düzenlenen konferanstan ‘onay’ aldığını belirterek Lübnan’ı bombalamaya ve Lübnan’a yönelik operasyonlarına devam etmiştir. Roma’da toplanan bu konferansta ateşkes çağrısında bulunulması yerine acil ateşkese yönelik çalışmaların yapılması yönünde çağrıda bulunulması komuoyunda konferansın savaşa ‘onay verdiği’ yönünde bir izlenim yaratmıştır.
3)Savaşın Sonlanması ve Sonuçları
4 Ağustos 2006 tarihinde ABD ve Fransa ortak bir ateşkes önerisi hazırlamış ve bu öneriyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunmuşlardır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iletilen ateşkes önerisinde çatışmanın durması gerektiği savunulmuştur ancak Lübnan topraklarından İsrail askerlerinin çekilmesi ateşkes önerisinde yer almadığından dolayı bu ateşkes önerisi Lübnan Hükümeti tarafından kabul edilmemiştir. Ateşkes önerisinin Lübnan tarafından reddi üzerine görüşmelere devam edilmiş ve Sinyora Planı da göz önünde bulundurularak yapılan yeni ateşkes tasarısı kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde verdiği 1071 sayılı karar ile taraflar ‘şiddet eylemlerini’ durdurmaya çağrılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 sayılı karara bağlı olarak 14 Ağustos 2006 tarihinde ateşkes yürürlüğe girmiştir.
Ateşkes kararından sonra hem İsrail hem de Lübnan yani Hizbullah saldırılarını sonlandırmıştır.
a)Savaş Sonrası İsrail
Ateşkes kararından sonra İsrail saldırılarını sonlandırmıştır ancak uluslararası bir güç bölgeye konuşlandırılıncaya kadar askerlerini bölgeden çekmeyeceğini belirtmiştir. İsrail, Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldırmıştır. 19 Ağustos 2006 günü İsrail, Bekaa Vadisi’nin doğusundaki bir köye saldırı düzenlemiştir. Beyrut Hükümeti saldırıya büyük tepki göstermiştir ve İsrail’i ateşkesi bozmakla suçlamıştır. İsrail suçlamayı reddetmiş ve saldırının nedenini Suriye ve İran’ın Hizbullah’a silah yardımını engellemek için yapıldığını belirtmiştir. İsrail’in savaş sırasındaki kayıpları; 118 asker ve 42 sivil hayatını kaybetti, 4119 sivil ve 40 asker yaralandı, 330.000 İsrailli evlerini terk edip başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı, 5 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, F16 savaş uçağı ve 4 tane Apachi savaş helikopteri düşürüldü, savaş gemisi batırıldı.
Savaş sonrası başarısızlıkla suçlanan dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ve ondan kısa bir süre sonra da dönemin İsrail Savaş Bakanı Amir Peretz istifa etmiştir.
b)Savaş Sonrası Hizbullah/Lübnan
Ateşkes kararından sonra Lübnan da saldırılarını kesmiştir. Lübnan Hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1071 karar gereğince ülkenin güneyine askerlerini sevk etmiştir ancak ordusunun Hizbullah’ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını da belirtmiştir. Lübnan’ın savaş sırasındaki kayıplar; 35 Lübnan askeri, 61 Hizbullah üyesi ve 1040 sivil hayatını kaybetti, 3600 kişi yaralandı, 6 Milyar dolar maddi zarar meydana geldi, 1 Milyon Lübnanlı evlerini terk edip başka şehirlere gitmek zorunda kaldı.
İsrail’in orantısız güç kullanması ve sivilleri hedef alması sonucunda; Hizbullah, bölge halkı açısından ülkeyi İsrail’e karşı savunacak olan bir ‘Lübnan Ordusu’ olarak algılanmaya başlamıştır. Dolayısıyla Hizbullah’a yönelik tepkilerin artacağı ve Lübnan’da bir bölünme yaşanacağı hevesiyle başlatılan Lübnan Savaşı, aksine Hizbullah’ın ülkedeki meşruluğunun sağlamlaştırılmasına yardımcı olmuştur.
Hizbullah, savaştan meşruluğunu sağlamlaştırarak çıkmıştır ve savaş sonunda bölge halkına karşı güvenirliliğini arttırmıştır. Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve varlığını yitirmesi amacıyla İsrail tarafından başlatılan operasyonlar sonuçsuz kalmış, Hizbullah savaştan meşruluğunu kazanarak çıkmıştır.